Yedinci Delil :
Misak Delili
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyyetlerini aldı ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (sorusuna karşılık) onlar: “Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahid olduk” demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde muhakkak ki biz bundan habersizdik” dersiniz diye (bunu yaptık)... Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’raf: 172-174)
Bu ayet şirk işleyene müşrik sıfatı verilmesi gerektiğini gösteren başlıbaşına bir delildir. Kim, imanı ve tevhid kelimesini bozan büyük şirk işlerse, tebliğ ona ulaşmamış olsa bile dünyada müşrik sıfatı verilir ve ona müşriklere davranıldığı gibi davranılır. Ancak müşrik olan kişi, kendisine tebliğ ulaşmadığı sürece, dünyada da ahirette de azaba uğratılmaz. Azap, ancak tebliğ ulaştıktan sonra olur.
Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahu Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Hakkıyla Allah’a iman eden kullara düşen ise bu vahyi esas karşısında susup hiç tahrif ve tebdile gitmemeleridir. Ancak bu ayet ile ortaya konulan esas gün ışığı gibi berrak olmasına rağmen cehalet heveslileri bu ayeti de tahrif etmişlerdir. Biz bu noktada var olan şüphelerin tamamıyla izale edilmesi adına bu ayete dair bir çok müfessirin izahlarını buraya almakta fayda görmekteyiz.
İbni Kesir dedi ki:
“Allah-u Teâlâ, ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkararak onları; “Allah-u Teâlâ’nın onların Rabbi ve Meliki olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahit tuttuğunu haber vermektedir. İşte Allah-u Teâlâ, onları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.”
Bazı sahabe ve alimler:
“Ayette geçen “şahitlik” ten kasıt; Allah-u Teâlâ’nın onları tevhid fıtratı üzerine yaratmasıdır, demişlerdir.“ (Bu görüşün daha kuvvetli olduğunu ispat etmek için delillendirmeye başladı.)
Allah’ın, ademoğluna şahitlik ettirme olayını, şirk koşanların aleyhine delil kılması, ademoğlunun tevhid fıtratı üzere yaratıldığına delalet eder. Eğer bu olay, bazılarının dediği gibi gerçekten meydana gelmiş olsaydı (yani ademoğlunun sulbünden zürriyetinin çıkarılıp kendilerine şahit tutulması ve Allah’ın onlardan ahid ve misak alması), o taktirde her insanın kendi aleyhine delil olabilecek bu olayı hatırlaması gerekirdi.
Denilebilir ki:
Rasulullah’ın bunu haber vermesi, bunun gerçek olduğunu ispat etmek için yeterlidir.
Bu itiraza şöyle cevap verilir:
Müşriklerden inkar edip yalanlayanlar, ister bu olay olsun, ister başka bir olay olsun rasullerden gelen her şeyi yalanlarlar. O halde ahid ve misak olayı başlı başına onların aleyhine nasıl bir delil olabilir?
Bu gösteriyor ki, bu ahid ve şahitlikten kastedilen; ademoğlunun tevhid fıtratı üzerine yaratılmış olmasıdır. Bunun için Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Demeyesiniz diye...” Yani; “kıyamet gününde demeyesiniz diye”, “biz bundan” yani; tevhitten gafildik (demeyesiniz diye)...
“Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu” dememeniz için...” (İbni Kesir Tefsiri)
İmam Taberi şöyle demiştir:
“Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu“ dememeniz için...“
Allah-u Teâlâ, kitabında buyuruyor ki:
“Şahit tuttuk.“ yani; “Allah-u Teâlâ’nın Rabbiniz olduğunu ikrar edenler! Biz nefislerinizi buna şahit tuttuk ki kıyamet gününde biz bundan habersizdik, böyle bir şey duymadık demeyesiniz.“
“Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik“ dememeniz için...“ Yani; “biz hakkı bilmediğimiz için onların yoluna uyduk.“ (Taberi Tefsiri)
İmam Kurtubi şöyle demiştir:
“Tartuşi şöyle dedi: “İnsanoğlu dünya hayatında bu olayı hatırlamasa bile onları bağlar ve verdiği sözü yerine getirmesi gereklidir. Tıpkı hanımını boşayıp da boşadığını unutan kişiye, bu hatırlatıldığı halde hatırlamasa bile hanımının boş sayılması gibi...
İbn Abbas ve Ubey b. Ka’b şöyle demişlerdir:
“Ayette geçen; “Biz (buna) şahit olduk” sözü, Adem oğullarının söylediği bir sözdür. “Şahit olduk” sözünün manası ise; “senin, bizim Rabbimiz ve ilahımız olduğuna şahit olduk” demektir.
“Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” Yani; “sen böyle yapmazsın” demektir.
Fakat tevhidde taklitçinin özrü yoktur.” (Kurtubi Tefsiri)
Şevkani bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:
“Böyle yapmamızın sebebi; bilmediğinizi bahane etmemeniz ve işlediğiniz şirklerden dolayı babalarınızı suçlamamanız içindir.”
Onlar iki şeyi mazeret olarak öne sürerler:
“Daha önce“ yani; bizim zamanımızdan önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. “Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; bu sebeple biz, doğruyu bilemediğimiz için hak yolu bulamadık.
“Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?” Batıl işleyen babalarımız yüzünden bizi helak mi edeceksin? Halbuki cahilliğimizden, hakkı bulamamakta ki acizliğimizden ve bizden öncekilere uymamızdan dolayı suç bizde değildir.
Bu ayette Allah-u Teâlâ, ademoğlunun belinden zürriyetini çıkarıp, Allah-u Teâlâ’nın onların Rableri olduğuna kendilerini şahit tutmasının hikmetini açıklamaktadır. Allah-u Teâlâ’nın böyle yapmasının sebebi; onların kıyamet gününde bu sözleri söylememeleri, böyle geçersiz ve boş şeyleri bahane olarak öne sürmemeleri içindir.” (Şevkani Fethül Kadir Tefsiri)
İmam Begavi dedi ki:
“Eğer kişi verdiği sözü hatırlamıyorsa, nasıl bundan dolayı sorumlu tutulabilir” denilirse, buna şöyle cevap verilir:
Allah-u Teâlâ vahdaniyyetine ait delilleri açıklamış, rasullerinin haber verdiği şeylerin doğru olduğuna dair deliller vermiştir. Bundan sonra kim bu gerçekleri, Allah-u Teâlâ’ya verdiği sözü bozarak, bile bile, inadından dolayı inkar ederse bu yaptığından sorumlu tutulur. İnsanların Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü unutup hatırlamamaları, mucize sahibi olan güvenilir rasulden (onun gelip hatırlatmasından) sonra artık onları sorumluluktan kurtarmaz. Allah-u Teâlâ’nın:
“Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik“ dememeniz için...” sözünden kasıt şudur:
Ey müşrikler! Sizin; “daha önce babalarımız ortak koşarak Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü bozdu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; onlara uyup tabi olduk deyip bunu kendinize bahane ederek; “batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin” yani; sapık babalarımızın işledikleri günahlar yüzünden bize azab mı edeceksin? Dememeniz için Allah-u Teâlâ sizden bu sözü almıştır.
Allah-u Teâlâ’nın, ademoğlundan tevhid üzere söz aldığını hatırlatmasından sonra müşrikler artık böyle sözleri bahane edemezler. “İşte böylece ayetleri açıklarız.” Yani; biz kulların ibret alması için ayetleri açıklarız. “Belki onlar hakka dönerler” yani; küfürden tevhide dönerler.” (Begavi Tefsiri)
İbni Kayyım dedi ki:
“(Allah) onları, kendilerine şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: Evet (buna şahit olduk) dediler. İşte! Onların bu şekilde Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmeleriyle, kendilerine hüccet ikame edilmiş oldu. Allah-u Teâlâ’nın rasulleri vasıtasıyla bu ayetinde buyurduğu ikrar, onlar aleyhine bir delildir. Aşağıdaki ayetler gibi...
“Rasulleri onlara dedi ki: Allah’ın varlığında şüphe var mı?” (İbrahim: 10)
“Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye soracak olsan “Allah“ derler.” (Lokman: 25)
“Yeryüzünü ve içindekileri kim yarattı biliyorsanız söyleyin, de! “Allah” diyeceklerdir.” (Mü’minun: 84)
Kur’an’ı kerimde, insanların Rablerini ikrar fıtratı üzere yaratıldıklarını hatırlatıp onları sadece Allah-u Teâlâ’ya ibadete ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamaya davet eden bunlara benzer bir çok ayet vardır. Bu, Kur’an’ın metodudur. Bu yüzden A’raf suresindeki ayette Allah:
“Hani Rabbin söz almıştı.” diyerek ayete başlamış ve sonunda da “Kıyamet gününde; “biz bundan gafildik” demeyesiniz diye” buyurmuştur. Allah, bu ayette onlara, şirklerinden ve kendisinden başkalarına ibadetten vazgeçmeleri gerektiğine delil olarak, kendisinin Rububiyyetini ikrar etmelerini hatırlatıyor ve kıyamet gününde, hakkı bilmemeyi veya batılı taklit etmeyi mazeret olarak ileri sürmemelerini bildiriyor. Çünkü hak yoldan sapmanın, yani dalaletin iki sebebi vardır:
Birincisi; gaflet sebebiyle hakkı bilmemek, ikincisi ise; sapıkları taklid etmektir.” (Ahkamu Ehli’z-Zımme c:2 s: 553-557)
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Hani Adem’in sulbünden söz alındığını, sonra Rablerinin Allah olduğuna kendilerini şahid tutarak, kendilerini yaratanı itiraf eden bir fıtrat üzere yaratıldıklarını hatırla!”
İşte bu ikrar kıyamet gününde onların aleyhlerine bir delildir.
“Dememeniz için...” Yani; dememeniz için veya demeyeseniz diye….
“Biz bundan habersizdik” yani; Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmemiz gerektiğinden ve ibadeti sadece Allah-u Teâlâ’ya has kılıp ona hiçbir şeyi eş koşmamamız gerektiğinden habersizdik.
“Yahud: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.”
Allah-u Teâlâ, bu şahitliğe karşı onların öne süreceği iki bahaneyi zikrediyor.
İlk olarak şöyle diyecekler:
“Biz bundan habersizdik”
Allah-u Teâlâ ise bundan habersizliğin mazeret olmadığını, çünkü her insanın bunu bilmesi gereken bir fıtrat üzere yaratıldığını bildirmektedir. İnsanların, kainatın yaratıcısının varlığına iman fıtratı üzere yaratılması, aynı zamanda Allah’ın varlığını inkar edenlerin aleyhinde bir delildir.
Onlar ikinci olarak şöyle diyecekler:
“Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen nesildik. Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?”
Bizim babalarımız müşrikti, yani; bize başkalarının günahları yüzünden azab mı edeceksin?
Müşriklerin düşüncesine göre; eğer Allah-u Teâlâ onların hidayet üzere olmalarını dileseydi babalarını müşrik olarak bulmazlardı. Çünkü onlar babalarından sonra gelen nesildi ve onlara uymaları gayet tabi idi.
Normalde kişi, babası tarafından yetiştirilmişse işinde, evinde, giyim ve yemek tarzında babasının alışkanlıklarını taklid eder. Bunun için eğer ana babası yahudi, hristiyan veya mecusi ise o da onlar gibi olur. İnsan adet ve tabiatı gereği, fıtratı ve aklıyla çelişmedikçe ana, babasını taklid eder.
Onlar derler ki: “Biz ve müşrik babalarımız mazeretliyiz. Çünkü biz müşrik bir soydan türemiş bir nesildik ve bizim onların hatalı olduğunu anlayabileceğimiz bir delilimiz de yoktu.“
Oysa, tek olan Allah’ın, kendilerinin Rabbi olduğuna şehadet ederek yaratıldıkları fıtratı bozmazlarsa içinde bulundukları şirkin batılllığını açıkça görebilirler.
Onlar babalarına tabi olmalarının normal ve kaçınılmaz bir davranış olduğunu iddia edecek olurlarsa, aslında kendi aleyhlerine bir delil sunmuş olurlar. Çünkü asıl ve kaçınılmaz olan fıtratlarının gereğine göre hareket etmeleridir. Çünkü, İslam’ı kabul etmelerini gerektiren fıtrat üzere yaratılmaları, onların uymak zorunda olduklarını iddia ettikleri terbiyeden çok daha önce olmuş bir olaydır.
Allah-u Teâlâ’nın, bu kainatın tek yaratıcısı olduğunu bildikleri akılla, aynı zamanda şirkin batıllığını da görmeleri gerekir. Bunun için rasule ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ önceden bunu onlara bildirirken, rasul yoktu. Bu, Allah-u Teâlâ’nun şu ayetine ters değildir:
“Biz rasul göndermedikçe azab etmeyiz.” (İsra: 15)
Rasul insanları tevhide davet eder. Fakat fıtratları gereği akıllarıyla kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilirler. Kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilmede fıtrat akli bir delildir. Bu sebeble risalet, onlar için tek hüccet değildir. Rablerinin Allah-u Teâlâ olduğunu kabul edip Allah’ı bilmeleri, bütün ademoğullarının rasulleri de tasdik etmelerini gerekli kılar.
Hiç kimsenin kıyamet gününde:
“Suçlu olan müşrik babamdır. Çünkü o, Allah-u Teâlâ’nın, Rabbi olduğunu ve O’nun hiç bir şeriki bulunmadığını bilirdi“ demesi, Allah’ı inkar etmede ve şirk koşmada kendisine mazeret sayılmayacaktır. Bilakis, hakettiği azaba uğratılacaktır. “Ben bundan habersizdim, benim suçum yok“ diyemez.
Sonra Allah-u Teâlâ, rahmet ve ihsanının kemali gereği, kişi her ne kadar azabı haketse de rasul göndermeden azab etmez. Allah-u Teâlâ iki delil gerçekleşmedikçe kuluna azab etmeyeceğini bildirmiştir:
Birincisi: Kulunu; Rabbi, meliki ve yaratıcısının Allah olduğunu ve O’nun hakkını yerine getirmesinin gerekli olduğunu ikrar eden bir fıtrat üzere yaratması.
İkincisi: Kuluna, fıtratı üzere yaratıldığı tevhidi tafsilatlı bir şekilde açıklayan, ikrar eden ve tamamlayan rasuller göndermesi.
Kıyamet gününde fıtrat ve risalet, insan aleyhinde delil olur ve kişi daha önce kafir olduğunu kendisi de kabul eder. Tıpkı Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:
“Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (Enam:130)
Allah, kafirin cezasını ancak, kul kendisinin kafir olduğunu kabul ettikten ve kuluna iki hücceti; fıtrat ve risalet hüccetlerini ikame ettikten sonra verir. İşte bu, adaletin en üstün seviyesidir.” (Ahkamu Ehli’z-Zimme c: 2 s: 562)
İbni Teymiyye şöyle demiştir:
“Allah’a hamd olsun! Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
Doğru olan; Allah’ın, insanların fıtratını üzerinde yarattığı şeydir. Bu ise İslam fıtratıdır. Bu fıtrat; Allah’ın ademoğluna: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık onların da:
“Evet (Rabbimizsin).” dediği gün yaratıldıkları fıtrattır. Bu fıtrat batıl itikatlardan uzak olan ve doğru inançları kabul eden bir fıtrattır. Zaten İslam; teslimiyeti Allah’tan başkalarına değil, sadece Allah’a yapmaktır. Bu, la ilahe illAllah’ın manasıdır. Rasulullah (s.a.s) buna bir örnek vererek şöyle demiştir:
“İşte bu, hayvanın yavrusunu, uzuvları eksiksiz olarak doğurması gibidir. Hiç uzuvları eksik olarak doğan bir hayvan gördünüz mü?” Rasulullah (s.a.s), kalbin hatalardan uzak olmasının, bedenin ayıplardan uzak olması gibi olduğunu açıklamıştır. Çünkü bozulma doğuştan değil, sonradan olan bir şeydir.
Müslim’in sahihinde İyad b Hamar, Rasulullah’ın bir hadisi kudsiyi şöyle rivayet ettiğini haber vermiştir:
“Ben, kullarımı hanifler (şirkten uzak kimseler) olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onları değiştirdi. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.”
İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadise dayanarak meşhur olan görüşünde, asıl fıtratı değiştirecek sebeb ortadan kalktığı için, kafir anne ve babasından birisi ölen çocuğun, İslam’ına hükmetmiştir.
Ahmed b. Hanbel, İbn Mübarek ve başkalarının şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Onlar (insanlar), kafir veya mü’min olarak yaratıldıkları fıtrat üzere doğarlar.”
Bu söz, öncekine ters değildir. Her çocuk küfür ve şirkten uzak olarak doğar. Fakat Allah (c.c), ezeli ilmi ile onun kafir (mi yoksa mü’min mi) olacağını bilip levhi mahfuzda yazmıştır. Şüphe yok ki her yaratılanın sonu, levhi mahfuzda yazılı olduğu şekilde biter. Tıpkı bir hayvanı, ileride sakatlanacağını bildiği halde sağlam yaratması gibi…
Şöyle devam ediyor: “Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah, annemizin karnından hiç birşey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” (Fetvalar c: 4 s: 245)
İmam İbn Teymiye (r.a) şöyle demiştir:
“Allah (c.c)’ın bizden aldığı ahit ve misak, O’nun bütün insanları İslam fıtratı üzerine yarattığını ispat etmektedir. Allah (c.c) her nefsi, hakkı kabul edip batıl inanaçlardan uzak durmaya meyilli bir fıtrat üzere yaratmıştır. İşte bu fıtrat değiştirilmeden olduğu gibi kalırsa, sahibi müslüman olur. Bundan dolayı bilinmesi gerekir ki; kendisine risalet ulaşmamış müşrik, kendisinden alınan ahit ve misakı bozmuştur.” (Feteva,4/245 *Külliyat 4/220. 56)
Seyyid Kutub şöyle demiştir:
“Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın rasullik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.” (Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)
Bu ayeti kerime hakkındaki bu açıklamalardan sonra, açık bir şekilde anlaşılıyor ki: Bu ayet, Allah (c.c)dan başka şeylere ibadet eden adem oğullarının bütün bahanelerini ortadan kaldırmıştır.
Misak ayetiyle ilgili bu nakillerden sonra artık delaletinde muhkem ve kesin olan bu naslardan sonra başka bir nas’a ihtiyaç kalır mı? Bu delilden sonra başka bir delile gerek var mıdır? Bu açıklamalardan sonra başka bir açıklamaya ihtiyaç var mıdır? Şüphesiz ki bahsi geçen müfessirler bu ayetin, şirk konusunda müstakil bir delil olduğunda ittifak etmişlerdir